4 Kasım 2013 Pazartesi
Be Human - 3. Bölüm
Çeviren: -Churrimy
Be Human | 3. Bölüm
Kris insanları izlemeyi seviyordu. Her gün Tao okula gitmek için çıktıktan sonra Kris apartmandan ayrılıp birkaç blok aşağıdaki mahalle parkına doğru yürüyordu. Küçük parkta sadece birkaç sağlıklı ağaç vardı ama mahallenin çocukları okuldan sonra sık sık oraya gitmeyi çok seviyordu ve Kris onları izlemekten zevk alıyordu.
İnsanlar birbirlerine çok farklı şekillerde davranıyorlardı. Bazen koşup birbirlerini yere devirmek için tüm güçleriyle birbirlerini itiyorlar, bazen de birbirlerine yardım edip el ele tutuşarak birlikte koşuyorlardı. Aileleri onları almak için geldiklerinde çocuklar ya ayrılmak istemiyorlar ya da ebeveynlerine doğru durdurulamaz bir hızla koşuyorlardı.
Tao da eskiden o çocuklardan biriydi. O da koşup zıplıyor muydu? Ağaçlara tırmanıyor muydu? Kris şimdi ne kadar insan olmayı denerse denesin, Tao gibi her zaman insan değildi. İnsan olarak doğmamıştı; nasıl doğduğundan emin değildi. Kris hiçbir zaman bir çocuk olmamıştı. Hiçbir zaman etrafta koşturup çamura düşmemiş, birini kaldırmamış ya da ağaca tırmanmamıştı. Hiçbir zaman ailesinin kollarına koşmamıştı; ailesi yoktu.
Bu… Bu “aile” denen insan kavramı… Ebeveynler ve çocuklarından, çocuklardan ve kardeşlerinden, ve geniş ailelerinden, bazen kan bağıyla, bazen kan bağı olmadan oluşuyordu. Tao’nun bir ailesi vardı. Neredeyse her gece ailesinin arar ve Kris’in duymasını istemiyormuş gibi sessizce Çince konuşurdu.
Anakartı ona bunun kaba bir davranış olduğunu söylemesine rağmen Kris kulak kabartmayı deniyordu. Aynı insan ailesinin üyelerinin birbirlerine ne dediklerini bilmek istiyordu. Birbirlerine nasıl davranıyorlardı? Ebeveynlere sahip olmak nasıl bir şeydi? Ebeveynlerin çocukları için sahip olması gerektiği “koşulsuz şartsız” sevgi neyin nesiydi? Eğer insan çocuklarını sevmezlerse ne olurdu? Onlara ne olurdu? Nasıl büyürlerdi?
Kris topu aşina olduğu gruptaki en küçük olan çocuğa verdiği zaman, kız onun yanağını öptüğünde Kris ilk kez gülümsemişti. “Wah! Çok yakışıklı!” dedi küçük kız kıkırdayarak.
Gülümsemesi bilinçaltının bir refleksiydi ve kız, grubuna sekerek döndükten sonra bile uzun bir süre yüzündekaldı. Onun mutlu olmasına yardımcı olduğu için kendini memnun hissediyordu.
Tao’nun önünde ilk kez gülümsediğinde Tao dizini kahve sehpasına çarptı.
“Ovv, siktir.” diye tısladı dizini ovuşturarak.
“İyi misin?”
“Sadece…” Çekinerek kafasını kaldırıp Kris’e baktı. Kızarıklık yanaklarına hücum etti ve Kris bakmaya devam ettiğinde kafasını çevirdi. “İyi bir gülümsemen var.”
“Öyle mi?”
“Ah, bu çok utanç verici.” Tao geveledi. “Çok utanç verici. Kahretsin.”
Kris ondan sonra aynada gülümseme pratikleri yaptı. Bir süre boyunca, mizah yazılımı ilk ayından sonra kendini geliştirene kadar kahkaha atamadı.
İlk gülümsemesi gibi, ilk kahkahası da Tao’nun kendini yaralamasına sebep olmuştu: Duvara çarpmıştı.
“Bunu yapmayı kesmelisin.” dedi Tao daha sonra ona, alnına buzu götürerek.
“Neyi yapmayı?”
“Kahkaha atmayı. Gülümsemeyi. Mutluluğunu ifade etmeyi. Bunların hepsinin durması gerek.”
Mutfaktalardı: Kris yemek pişiriyor ve Tao fırının yanındaki taburede surat asmış oturuyordu. “Anlamıyorum…” diye itiraf etti Kris, güveci karıştırarak.Tao’nun gözetimi altında nasıl daha fazla yemek pişireceğini öğrenmişti.
Kris her gece tadını alacağını umarak ortaya çıkardığı eserlerinden yudum alıyordu.
Her gece hayal kırıklığına uğruyordu.
“Bu çok… Yoğun.” diye açıkladı Tao. “Başka nasıl denilir bilmiyorum. Gülümsediğinde, bu şey gibi… Kör edici. Başka hiçbir şey göremiyorum. Ağzından gelen bir lazer varmış da beni tam gözlerimden vuruyormuş gibi.”
Kris bunu harfi harfine aldı ve beyni ona ağzından bir ışınla Tao’yu yaktığının resmini yolladı. Bunun mümkün olduğuna inanmıyordu.
“Ah, beni dinleme.” Tao kafasını sarkıttı. “Ben sadece… Gülümsediğinde çok insan gibi duruyorsun. Bu senin gerçekten… insan olmadığını bana unutturuyor. Mutluluk insanlara aittir, bilirsin? En azından felsefe profesörüm öyle söylemişti.”
Sözleri Kris’in beyninde bir ampul yakmıştı. Mutluluk insanlara aittir. İnsanlara ait.
Mutluluk: Mutlu olma özelliği ya da durumu.
Mutlu: Eğlence, memnuniyet ve zevki gösteren ya da karakterize eden durum.
Eğer Kris bu “mutlu” idealinde ustalaşırsa, daha mı kolay insan gibi hissederdi?
Bunu deneyecekti.
Ocağın altını kapatıp yavaşça adını söyleyerek Tao’ya döndü. Tao duraksayarak ona baktı.
Kris’in gülümsemesi için olan iç işlemcisi işe koyuldu.
Öncelikle, beyni parktaki küçük kızın ve onun yüz kaslarının dudağını kenarlara çekmek için ayrılma şeklinin resmini gözlerinin önüne getirdi. Sonra, mutluluk sadece fiziksel olmaktan çıkınca Kris Tao’nun gülümsemesini ve bunun tek bakışta çekirdeğine yaydığı sıcaklığı düşündü.
Kris gülümsediğinde Tao onun aklındaydı ve Kris gülümsediğinde Tao gözlerini kaçıramıyordu.
“Bu gerçekten…” diye fısıldadı Tao, gözleri Kris’in bir gözünden diğerine kayıyordu. “Bu gerçekten senin tüm yüzünü değiştiriyor.” Tao gözlerinde kararlılıkla ayağa kalkıp ona doğru ilerledi.
Kris’in duyguları onun neden kendine yaklaştığına dair bir açıklama aradı ama hiçbir şey aklına gelmedi. Çocukların birbirine bu şekilde yaklaşıp sonra suratlarına çaktıklarını görmüştü ama Tao’nun onun yüzüne vurmak için bir sebebi olamazdı… Olamayacağını düşünüyordu.
“Sen… Sen gerçekten güzelsin, biliyorsun değil mi?” dedi Tao, her zamankinden daha yakındı.
Gözlerinin rengi ve Tao’nun burnunun eğimi Kris’i içine çekiyordu. Pek anlamayarak ve yapabildiğince Tao’yu sakinleştirmek isteyerek cevap olarak kafasını salladı. “Bu kadar harika olabileceğini düşünmemiştim. Bu kadar mükemmel olman gerçekten biraz… Korkunç. Merak ediyorum da…”
“Merak?”
Sesleri azaldı. Kris, Tao’nun nefesini yüzünde hissediyordu. Sıcak ve samimi. Kris bu amaçla yapılmıştı ama öpücüğü kimin başlattığını herkes tahmin edebilirdi. Tao’nun ağzı, Kris’in herhangi bir şeyin ilk tadını alışıydı. Bunu fark etmek Kris’in öpücüğü hiç ayırmama isteğini getiriyordu. Bunun nasıl ilerlediğini ve ağzının nasıl hareket etmesi gerektiğini, ellerini Tao’nun üzerinde nereye koyması gerektiğini ve onu yakından nasıl titreteceğini biliyordu.
Ama Kris yapması için programlanan başka hiçbir şey yapmak istemiyordu.
Ağzındaki sıcaklıkla çoktan boğularak Kris Tao’yu, Tao’nun kalbi ikisinin de duyabileceği şekilde vahşice atana kadar öptü.
O gece, Tao onun yatağında onunla birlikte dinlenmesine izin verdi. Yatakta birbirlerine baktılar ve Kris, Tao’nun karanlıkta çok iyi göremediğini bilmesine karşın, o Tao’yu harika bir şekilde görüyordu. Tao yanağını okşadığında ürperdi.
“Gerçekten, çok harika.” diye mırıldandı Tao.
Kris, Tao’nun ilgisine sahip olduğu sürece bunun tadını çıkarmayı seçerek sessiz kaldı.
“Senin harika bir erkek arkadaş olacağını bilmeliydim.” Bu, Tao’nun uykuya dalmadan önce uykulu bir şekilde söylediği son şeydi. Kris’in kollarında, kulağı Kris’in göğsünde geçiçi bilinçsizlik alemine gitti.
Bu, Kris’in Tao’nun ağır uyku eğilimlerinin ilk farkında oluşuydu: Ne kadar sesli olsa ya da ne kadar hareket etse de uyanmayacaktı. Orada, ilk kez ve artık izin verilmeyeceği güne kadar Kris Tao’nun alnına öpücüğünü değdirdi. Kıpırdamadı bile. Öpücük ve fazlası sadece Kris’in bildiği sırlardı.
Tao için olan hisleri her neyse, öpmek dışında nasıl ifade edeceğini bilmiyordu. Tao’nun Byun Baekhyun hakkında konuşmasını kesmesini ve sadece onun mutluluğu için var olan adamı görmesini sağlamak için ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Her öpücükle birlikte, Kris çekirdeğinde yanıp tutuşan hisleri paylaşmak için kendine izin verdi.
Tao ne yaptığını asla anlamasa bile, gecelerce, iyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta Kris onu öpüp Tao’nun temelli olarak kalbini açacağı günü bekleyecekti.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder