Small Grey Outline Pointer

4 Kasım 2013 Pazartesi

Be Human - 5. Bölüm FİNAL - Part 1


Be Human | 5.Bölüm - FİNAL - Part 1 -

Çeviren: -Churrimy

Tao daha iyi hissetmeye başladığında, Kris’i bir “randevuya” çıkardı.

Kelimeden ilk bahsedildiğinde, Kris’in aklına bir meyvenin resmi geldi ve Tao’nun onu nasıl böyle küçük görünen bir meyveye çıkaracağını merak etti ama daha fazla açıklamayla “randevunun” bir gezi olduğunu anladı.
“Çiftler randevulara gider.” dedi Tao, apartmandan ayrıldıklarında.
“Oh.”

Bu yenilikler Kris’i heyecanlandırıyordu ama yine de yüzünü uzak tutuyordu. Tao için olan hislerini o kadar uzun bir zamandır kontrol ediyordu ki onları açıkça belli etmek zorlaşıyordu. Tao’ya “aşk” denen insan şeyi hakkında ya da birbirlerine öyle hissedip hissetmemeleri gerektiği konusunda soru sormaya cesaret edemezdi.
Kris aşık olduğunu nasıl anlayabilirdi?
Bu aşk hastalığa yakın bir şey miydi? Belirtileri var mıydı?
Kris insan aşkını düşünümeye karşıydı, çünkü bunu tecrübe edebileceğini düşünmüyordu. Aşk insanlara ait bir şeydi, mutluluk gibi.
Kris mutluluğu hissedebilirdi, ama sadece küçük bir dereceye kadar. Tao ikisinin parmaklarını birbirine geçirip ellerine bakınca Kris’in göğsünde bir çarpıntı oldu. Bu çocukların oyun oynarken karşılıklı yaptıkları bir şeydi ama bunu o yapınca çok daha özel oluyordu.

Kris mahalleyi oldukça iyi bilmesine rağmen, Tao’nun onu yönlendirmesine izin veriyordu. Tao Kris’i hiçbir yiyecek arabasına (*Hani arabayı dükkan haline getirip satış falan yapıyorlar ya, onlardan bahsediyor.) götürmek istemiyordu çünkü Kris’in onların tadını alamayacağını biliyordu, ama Kris ısrar ediyordu.
“Şimdi tadabilirim.” dedi güvenle. “Yine de sadece birkaç şeyin tadını alabiliyorum.”
“Ne gibi?” Tao, çubuktaki balık köftelerinin parasını ödedi ve ona döndü. Kris engel olamadan gizli gülümsemesi yüzünde açtı. Tao’nun kafası karıştı ve tekrar Kris’in nelerin tadını alabildiğini sordu ama Kris yiyecek arabasındaki kadından oldukça uzaklaşana kadar söylemeyi reddetti.
“Senin.”
Tao balık köftelerini yerken nefesi tıkandı ve göğsüne vurdu. “B-Bu da ne demek? Ben?”
“Öpüştüğümüzde ağzının tadını alabiliyorum. Bana göre, bu farklı tada sahip tek şey.”
Akşam güneşinde parlak bir şekilde kızaran Tao somurttu. “Bu çok utanç verici! En utanç verici şeyleri söylüyorsun, gah!”
Kris yiyeceğini yemeyi bitirdi ve çubuğunu yanlarındaki çöp kutusuna fırlattı.
“Peki…”
“Evet?”
Tao çubuğun ucunu kemirdi, yanakları hala kızarıktı. “Sana göre nasıl bir tadım var peki? Demek istediğim… Benim tadımı alabildiğini ama başka bir şeyin tadını alamadığını farzediyorum.”
“Tarif etmesi zor.” Kris Tao’nun ceketinin fermuarını kapattı; Tao ellerini Kris’in sweatshirtünün ceplerine kaydırdı.
“Bana söyleyebilirsin.” Tao diretti. “Kime söyleyeceğim ki? Ne gibi bir tadım olduğunu kim merak eder? Kimse.”
Kris Tao’nun boş yemek çubuğunu yavaşça çekerek gülümsedi. “Sıcak ve ıslak bir tadın var ve her zaman çok… çok güzel. Ah, bunu açıklaması çok zor…”

Tao yüzünü kapattı. “Tamam! Tamam! Sormadım say! Sıcak ve ıslak… Seninle ne yaptığımı bilmiyorum. Neden bilmiyorum…” Tao ellerini yüzünden çekerek iç çekti. “Her neyse. Umurumda değil. ‘Neden’ olduğunu bilmek zorunda değilim ve senin de bilmeyi umursadığını sanmıyorum. Yaklaş.”
“Ama halk içindeyiz-“
“Hey, hayatım boyunca birçok insanı karşımda öpüşürken gördüm. Eminim diğer insanlar da benim yaptığım gibi bunu sorun etmezler.”
Tao onu sertçe sokağın boş bir köşesine çekip öpmeye başladığında Kris’in hissettiği şey ‘mutluluktu’.

Göğüs boşluğundan kaynaklanan ve uzuvları boyunca yayılan bir ışık hislerini yüzdürüyordu. Anakartı bunun imkansız olduğunu söylese de, gökyüzüne doğru süzülecekmiş gibi hissettiği zaman Tao’ya tutunmak zorunda kaldı. Tao ondan ayrılıp yüzünü Kris’in göğsüne gömerek tekrar parmaklarını birbirlerine geçirdiğinde bu his sadece ikiye katlandı. Tao sonra durdu, kulağı Kris’in göğsüne dayanmıştı.
“Oh.” dedi. “Bu doğru. Senin bir kalbin yok… Ama yine de bir şeyler duyabiliyorum. Bu çok… Çok tuhaf.”
Hayır.
“Tao.” Kris onun çenesini kavrayarak gülümsedi. Tao elleri Kris’in beline sarılıyken, onun kendisini tekrar öpmesine izin verdi. Kris ne kadar insan olmadığını duymak istemiyordu. Biliyordu. Bunu kendisi de çok iyi biliyordu ama Tao ve kendisi için denemekten vazgeçmiyordu.

Bu kez Tao’yu susturmuştu ama her zaman böyle olmayacağını biliyordu. Bir dahaki sefere Tao bu konuyu açtığında soğukla yüzleşmesi gerekiyordu. İnsan olma hayalinin acı gerçeğiyle. Hayal.

Tao’yla olmaktan ne kadar zevk alırsa alsın, onu ne kadar öperse öpsün, tutarsa tutsun, konuşursa konuşsun, gülümserse gülümsesin… Kris asla Tao gibi insan olamayacaktı. Ve bu sorun değildi. Tao kadar insan olmak istemiyordu. Sadece yeterince insan olmak istiyordu.
Tao’yu sadece olduğu gibi mutlu edebildiğine inanırken eksikliklerini duymak istemiyordu.

İlişkileri kusursuzca ilerliyordu. Kris her gün parkı ziyaret ediyor ve çocukların oynamasını seyrediyor, her gece akşam yemeği çoktan pişmiş bir şekilde Tao’nun eve gelmesini bekliyordu.
Tao onun hızlı öğrenmesinden dolayı etkilenmişti ve Kris’e yerel yemeklerin nasıl mükemmel bir şekilde pişirileceğini öğreteceğine dair söz vermişti. Kris öğrenmeye hevesliydi. Bir ırk ya da tür olmak onun kolayca anlayabileceği bir şey değildi: Onlar insan kavramıydı. Tao Çin kültürüyle güçlü bir şekilde destek veriyordu ve böylece Kris Tao’yu mutlu etmek ve yemeğiyle gurur duydurmak için elinden geleni yapıyordu.

Kris yavaşça insan yemeklerinin tadını almaya başladığını düşünüyordu ama hala kesin olarak tanıyabildiği tek şey Tao’nun ağzıydı. Bazen, Tao tok ve mutlu olduğunda akşam yemeklerinden sonra öpüşüyorlardı.
Diğer zamanlar Tao’nun favori programlarını “izlerlerken” koltukta öpüşüyorlardı. Tao yorgun olduğunda onu öpmeyi deniyordu ve dudakları aralık ve şişmiş bir şekilde, kolları Kris’in omuzlarına sarılıyken uyuyakalıyordu.
Kris Tao’yu uyurken seyretmekten zevk alıyordu, özellikte Tao ona yakınsa. Tao’nun böyle gülümserken ne rüya gördüğünü merak ediyordu. Ayrıca Tao’nun Kris’in insan olmasını dilediği zamanlar olup olmadığını merak ediyordu.

Kris bazen aynı dileği paylaştığını reddetse bir sahtekar olurdu. Bir insanla yaşamak güzel ve her zaman ilginçti, ama Tao’yla bir insan olarak yaşamak çok daha iyi olurdu. Ancak o zaman Tao ona kısık, meraklı gözlerle baktığında Kris merak etmek zorunda kalmaz ve olduğundan daha da az insan olarak hissetmezdi. Anakartı ona harika olduğunu ve endişeleneceği bir şey olmadığını söylüyordu. O bir robottu. Tao gibi birinin eğlenip keyif alması için yapılmıştı. Bu onun varlığının ölçüsüydü.

Kris’in düşündüğü insan kalbi büyümeye başlıyordu. Onun insan kalbi, Kris’in sadece Tao’yu düşündüğü gibi, Tao’nun da sadece ve sadece kendisini düşünmesini istiyordu. İnsan kalbi, insanların birbirlerine karşı böyle güçlü duyguları olduğunda yaptıkları gibi tamamen ve dürüstçe sevmek istiyordu.
İnsan kalbi Tao’nun aklında Kris’in kim olduğuna dair değil, ne olduğuna dair bir şüphe olarak kalmak istemiyordu. Kris bir şey, bir oyuncak değildi. Oyuncakların hisleri olmazdı. Oyuncaklar derslerin bitmesi için etrafta beklemezdi. Oyuncaklar yemek pişirmez, yemez, öpüşmez ya da birini uyuyakalırken sarmazdı. Kris bunların hepsini yapıyordu. Oyuncak olamazdı. Kendisi için bu tanımı reddediyordu.

Kris’in olabileceği ve olamayacağı birçok şey vardı, ama oyuncak olmak “olamayacakları” kategorisi arasındaydı, “insan”dan hemen önce. O bir oyuncak değildi ama bir insan da değildi; Arasında bir yerlerdeydi ve bunu kabullenmeye başlıyordu.

Sadece Tao’nun da kabul edeceğini umuyordu.







Tao kabul etmezdi.







Tao, ilkbaharın ortasında ondan uzaklaşmaya başlamıştı. Kris neyi yanlış yaptığını bilmiyordu, bu yüzden görmezden gelmeye çalışıyor ve her zaman yaptığı gibi gülümsemek ve Tao’yu öpmek gibi maskaralıklarına devam ediyordu.
Tao öpüşüne karşılık vermeyi kesmişti.
Tao onu itip kendini yatak odasına kitleyene kadar Kris gerçek acıyı asla tatmamıştı.

“İçeri gelme!” diye bağırdı Tao, sesi boğuktu.
“Neden?” diye sordu Kris. Eli kapı kolunda duruyordu, ve her an Tao’nun kapıyı açmasına karşılık hazır bekliyordu. Böylece içeri girebilirdi.
“Bunu yapmaya artık devam edemem.”
Kris kapının diğer tarafından Tao’nun göğsünden çıkan ilk hıçkırıkları duydu. “Yapamam. Bu lanet oyunu oynamaktan bıktım. Sen bu şekilde gerçek değilken seni sevmek benim için adil değil.”
“Ama öyleyim.” Kris ısrar etti.
Bu onun ilk ve son kez cevap verişiydi.
“Öyleyim. Ben gerçeğim. Tao… Tao, kapıyı aç.”
“Hayır! Hayır, kahretsin sen gerçek değilsin! Asla gerçek olmadın. S-Sen kahrolası bir oyuncaksın ve ben yapamam… Gerçek birini istiyorum.”
“Ben gerçeğim.” diye tekrarladı Kris, alnını kapıya yaslamıştı. Anakartına itaatsizlik ederken panik göğsüne akın ediyordu; anakartı ona kendini susturmasını ve Tao’nun düşüncelerini kabul etmesini söylüyordu, ama Kris yapamazdı. İnsan kalbi ona izin vermiyordu.
“Tao… Tao, kapıyı aç.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder