Sayfalar
▼
4 Kasım 2013 Pazartesi
Be Human - 2. Bölüm
Çeviren: -Churrimy
Be Human | 2. Bölüm
Sahibiyle yaşadığı iki hafta süresince Kris, Tao’nun onu sadece ve sadece bir şekilde gördüğünü anladı. O bir bebekti; bir oyuncaktı; alınıp ilginçliği kaçtığında geri koyulacak bir şeydi. Tüm gün boyunca Kris’i apartmanda tutuyordu. Okula gitmek için evden ayrılmadan önce bütün kapıları ve camları kitliyordu.
Gününün daha iyi bir kısmı için, Kris hiçbir şey yapmıyordu. Anakartı ona oturması ve “erkek arkadaşımsı” aktivitelerine devam edebilmeleri için Tao’nun eve gelmesini beklemesini söylüyordu. Daha önceden de belirttiği gibi, Tao Kris’e, Kris’in seveceği türden davranmasa da o yine de onunla etkileşime geçmek için çaba sarfediyordu.
Kris, Tao’dan “göz kırpıştırma” alışkanlığını kazanmıştı. İnsanların gözlerini elementlere karşı nemli tutabilmesi için “göz kırpıştırması” gerektiğini anlamıştı. Kris vücudunda nemli hiçbir şey olduğunu düşünmüyordu ama daha fazla insan gibi görünebilme çabasıyla gözlerini kırpıştırıp istediğinde nefes alıp nefes veriyordu. Sadece WF112 modeli, bu şekilde insan vücudunu taklit etme yeteneğine sahipti. İnsan olmanın sadece insana benzemekle ilgisi yoktu. Kendiyle daha fazla barışık hissedebilmek için (ve… ve belki de Tao’yu birazcık etkilemek için) Kris yapabildiğinde gözlerini kırpıştırıyor, nefes alıp veriyor ve bir şeyler yiyordu.
Tao Kris’in dev bir bilgisayar olduğunu söylediğinde haklıydı, ama ona bir şeyler öğretilemeyeceği konusunda yanılıyordu, ve Kris bunu biliyordu.
“Eğer bir bilgisayarsan, sadece emirleri takip ediyorsun değil mi?” diye sordu bir gün.
“Öğrenedebiliyorum.” dedi Kris.
Tao’nun salonundaki koltukta oturuyorlardı; Tao akşam yemeği olarak noodle yerken, yanındaki Kris’in gözleri televizyonun üzerindeydi. Televizyonda, saçma durumlar ve beklenmedik tepkileri ile Kris’in “komik” olduğunu anladığı bir program vardı. Büyük amca yeğeninin döktüğü muzlu pudinge basıp düşerken bağırdığı sırada gülme sesi patladı.
Kris bu mizahı anlamıyordu ama Tao bundan hoşlanmıştı. Ne zaman Tao gülse, Kris gözünün ucuyla ona bakıyordu. Gülümsemesine. Tao’nun gülüşünü her gördüğünde ya da duyduğunda Kris’in dudakları seğiriyordu. Bu onun mutlu olduğu anlamına geliyordu, en azından Kris’in beyni öyle söylüyordu.
Kris’in Tao’nun defterinde gördüğü tarih gibi tipik insan konuşmalarını öğrenmenin ötesinde, Kris bazı olaylara karşı Tao’nun yüz ifadelerini kaydediyor, sonra da yapabildiğince onları taklit etmeye çalışıyordu. Çoktan duygu-ifade çipleriyle yazılımı yapılmıştı ama Kris direk almak yerine kendi öğrenmeyi tercih ediyordu.
“Öğrenmek istediğin bir şey var mı?” diye sordu Tao, reklam arasında.
Kris gözleri hala televizyon ekranındayken “Nasıl yemek yapılacağını.” dedi. Televizyon programındaki kız yeğen karakteri amcası için muhteşem bir tedavi hazırlamaya çalışıyordu ve neredeyse sağ dizini yerinden çıkarmakla son bulmuştu.
“Yemek yapmak… Hmm, sanırım bu yeterince kolay olurdu.” Tao ayağa kalktı ve elinde boş noodle kasesiyle Kris’i mutfağa götürdü. “Çok karışık ya da çok pahalı bir şeyler pişirmek istemiyorum, bu yüzden…” Üstteki dolabın kapağını açtı ve turuncu kare bir paket çıkardı. Daha fazla noodle. “Bunu yüzüne gözüne bulaştırmanın hiçbir yolu yok.” Tao bir kap çıkararak söz verdi. “Sadece bunu suyla doldur. Isınana kadar birazcık bekle. Noodleları ve noodlelarla birlikte yemek istediğin ne varsa içine dök. Et, tavuk, yumurta da, ama bu daha sonra geliyor.”
Turuncu paketi Kris’in ellerinden birine itti, boştaki eliyle kabı almasını işaret etti.
Kris pakete bakarak ideal noodleın nasıl görünmesi gerektiğini aklında tuttu. Resim aklında birçok filtreden geçerken, suyu ısıtmaya başladı ve iç zamanlayıcısı birkaç dakika sayınca noodleları içine boşalttı. Tao hala sessizce izliyordu. Kris’i doğrulamak ya da bir şey buyurmak için hiçbir hareket göstermiyordu.
Kris kabı karıştırdı ve gözleri noodle paketinin üzerindeyken Tao’ya dolapta hiç baharat olup olmadığını sordu.
“Baharat? Sen… Tat alabiliyor musun?”
“Göreceğiz.” dedi Kris sessizce, gözleri kaptaki fokurdayan kırmızı içeriklerdeydi.
Hepsi piştikten sonra insan makullerinden biraz daha fazla baharat attı, bunu Tao’nun çıkardığı tuhaf sesten anlamıştı. “Bu… Bunu yiyebileceğine emin misin? Yemen gerekeceğini düşünmemiştim.”
“Gerekmiyor. Benim enerjim şarj olarak doluyor. Yine de…” Kris küçük kabı dudaklarına doğru kaldırdı ve ağzındaki tattan zevk almayı deneyerek meraklı bir yudum aldı.
“Eee? Tadı nasıl?”
Kris dilini şaklattı, başka bir yudum daha aldı. Hiçbir tat alamıyordu.
Tekrar baharatlara uzanmaya çalışınca Tao onu engelledi. “Whoa! Hepsini kullanacak mısın-“
Kris tüm baharatlığı kaba boşalttı.
Tao geri adım attı. “Bunu neden yaptın? Eğer tadını alamıyorsan daha fazla baharatlı yapmak tadını almanı sağlamayacak.” Kris daha büyük bir yudum aldı. Ağzındaki sıcaklık rahatsız edici bir dereceye ulaştığında ürktü. Suyun sıcaklığını hissediyordu ama ağzı tadı işleyemiyordu.
“Bunu yaptığım için pişman olacağım ama…” Tao Kris’in kabını kendine yaklaştırdı ve kaşık kullanarak ağzına küçük bir miktar et suyundan aldı.
Kaşık diline değdiği anda yere düştü. Tao musluğa koştu ve kafasını altına eğerek defalarca ağzını yıkadı. “Sanırım… Sanırım az önce cehennemi gördüm…” dedi sakinleştiğinde.
Kris hala kabı tutarken yenilginin baskısını hissetti. Buna gelecek aylarda çabucak alışacaktı.
İnsanlar tat alabiliyordu. O tadamıyordu. O bir insan değildi, henüz değil. Bir insanla yaşamak Kris’in bunun zor olduğunu fark etmesini sağlamıştı… Tao gibi davranmaya çalışmayı denemişti ve yapamadığını fark etmişti. Tao her gece genellikle bilgisayarın başında aylaklık ettiği saatlerin ardından uyuyordu.
Kris’in ise uyumaya ihtiyacı yoktu.
Daha verimli modellerden biri olarak, haftada sadece bir kere şarj olmaya ihtiyaç duyuyordu ve Tao uyurken Kris oturup Tao’nun kalp atışlarını dinliyordu. Günün erken saatlerinin karanlığında, Tao’nun odasının köşesinde, Kris alnını dizlerine yaslamış iki büklüm duruyordu.
Tao ağır ve sesli uyuyordu; Kris her gece Tao’nun kalbinin şiddetini ve frekansını ezberliyordu. Kris’in de merkezi işlemcisinin yanında kalbe benzeyen bir şey vardı ama aynı değildi. Gerçek bir kalbin yaptığı gibi ses çıkartmıyordu. Tao’nun kalp atışları onun etrafını çevrelerken, Kris kendi insan bedeninin göğsünde kendi kalbini duyabiliyormuş gibi davranabilirdi.
----
İlk gerçek “erkek arkadaş” etkileşimleri tanışmalarından üç hafta sonra gerçekleşmişti. Tao burnundan soluyarak eve gelmişti, sırt çantasını yere fırlatıp koltuğu tekmelemişti.
“Sorun ne?” diye sordu Kris, gözleri Tao’nun gergin bedenindeydi.
“Anlamıyorum!” diye bağırdı Tao, ellerini saçlarına atarak. “Bir erkeğin başka birinin dikkatini kazanmak için ne yapması gerekir? Neden o bana bakmıyor? Neden?”
Buradaki ‘o’ Byun Baekhyun’du. Kris Byun Baekhyun hakkında çok şey bilmiyordu ama son zamanlarda Tao’nun konuştuğu tek şey oydu.
“Gerçekten o kadar çirkin miyim, Kris?” diye sordu Tao. “Gerçekten o kadar lanet bir değersizin teki miyim ki, kaç yıllık en iyi arkadaşım beni istemiyor?” Bakışlarını ayaklarına indirerek boş boş koltuğu tekmeledi. “Bundan nefret ediyorum. Bana aynı şekilde bakmayan birinden hoşlanmaktan nefret ediyorum. Beni bok gibi hissettiriyor, yeterince iyi değilmişim gibi… Ama öyleyim, değil mi? Yeterince iyiyim.”
Kris’in iç bilgisayarları Tao’yu kollarının arasına almasını sağladı. Bunu başrolün ağladığı ve erkek arkadaşının o yatışana kadar onu tuttuğu bir başka televizyon programında görmüştü. İnsanlar tutulmayı seviyordu. Tao itiraz etmedi ve kollarını Kris’in orta bölümüne sararak kafasını köprücük kemiklerine yasladı. Tao’nun vücudundaki sıcaklık Kris’in kıyafetlerinin üzerinden sızıyordu; bu… ilginç hissettiriyordu. Daha önce hiç bu kadar yakın olmamışlardı.
“Tek taraflı aşk acı verici.” diye itiraf etti Tao iç çekerek.
Kris hiçbir zaman aşkı tecrübe edebileceğini düşünmezdi. Bu bir insan şeyiydi ve o… O hala henüz oraya gelmemişti.
“Bilirsin, sen gerçekten iyi bir erkek arkadaş olurdun.”
“Bu benim amacım.”
Unutmamıştı. “Uyandığında, WF112,” demişlerdi ona. “Seni, onu sevdiğin kadar çok sevecek olan insanla birlikte uyanacaksın. Ona iyi davran. Amacının ne olduğunu unutma.”
Var oluşunun amacında başarısızlığa uğramak Kris için bir seçenek değildi.
“Sen de sıcaksın. Soğuk falan olacağını düşünmüştüm. Sen… Bilgisayarım aşırı ısındığında çıkardığı sesler gibi ses çıkartıyorsun.”
“Bu normal.” dedi Kris. Elini kaldırdı, Tao’nun karışmış saçlarını düzeltirken tereddüt etti. Karışıklıklar engellenebildiği sürece var olmamalıydı.
Tao’ya bu kadar yakından dokunmak Kris’in içinde karanlık ve ağır bir şey uyandırmıştı, anlamayacağı ya da anlama kapasitesinin olduğunu düşünmeyeceği bir his. Tao ondan ayrılıp odasına çekilene kadar onu tutmuştu. Byun Baekhyun, Tao’nun üzüntüsünün en açık sebebiydi. Tao ne kadar zamandır komşusuna karşı bu şekilde hissettiğini söylememişti ama Kris onun hislerinin oldukça farkındaydı. Byun Baekhyun’un ismi Tao’nun dudaklarından bu kadar sık dökülürken fark etmemek zordu. Kris onun çekiciliğini anlamıyordu, gerçekten anlamıyordu.
Tao onunla büyülenmiş olmalıydı. O harikaydı; Byun Baekhyun ise sadece bir insandı. Kris asla bir insanın yapacağı gibi hata yapmayacaktı. Tao onu bir sebeple almıştı, bu yüzden Tao ondan Byun Baekhyun’dan hoşlandığı kadar, hatta daha fazla hoşlanmalıydı. Ama öyle değildi.
Tao Kris’e mahallede özgürce dolaşması için izin vermeye başladığında, Kris Byun Baekhyun’la istediğinden daha fazla karşılaştı. Byun Baekhyun için olan küçümsemesi ilk tanıştıkları anda mevcuttu ve Byun Baekhyun kendine yeni bir erkek arkadaş satın aldığında sadece daha da arttı. Chanyeol isimli şey hakkında her şey Kris’i sinirlendiriyordu. Böyle düşük kalitede bir şeyin fabrikadan çıkmasına asla izin verilmemeliydi ama o… bundan çok daha fazlasıydı. Chanyeol gülümsüyor ve gülüyordu. Byun Baekhyun’a dokunuyordu ve Byun Baekhyun okuldan eve geldiğinde onun “Baekhyunnie!” diye bağırışı apartmanın koridorlarından duyuluyordu.
Tamircileri tarafından o daha çok beğenilse de, Chanyeol, Kris’in ömrü boyunca olabileceğini bildiğinden çok daha fazla insandı. Byun Baekhyun’un Chanyeol’u geri göndermeyi reddetmesi ve Chanyeol ne yaparsa yapsın ya da ne söylerse söylesin bunu idare etmesi, Kris’i Tao’yla olan ilişkisi hakkında uzun ve ciddi bir şekilde düşündürdü.
Byun Baekhyun, Chanyeol’un böyle insan gibi davranmasının kısmen sebebiydi. Byun Baekhyun Chanyeol’un sadece bir oyuncak olduğunu düşünmüyordu ama Tao… Tao Kris’in sadece diğer tüm elektronik eşyalar kadar gerçek olduğunu düşünüyordu. O “şaka yapmayı” seviyordu (Kris’in iç sisteminin söylediği kadarıyla, onun ciddiye alınmaması anlamına gelen) ve Kris’in nereye gittiğine bakmasını söylüyordu, böylece “kuzenine” çarpmazdı. (Tao’nun cep telefonuna)
Daha önce hiç gerçekten acı hissetmeyen Kris, Tao’nun ağzından onun insanlığını reddeden sözler döküldükçe, duygularını bastırıyordu. Sorun değildi. Nasılsa Tao haklıydı. Kris bir insan değildi. O yapılmıştı, doğmamıştı. O satın alınmıştı, büyütülmemişti. Sevilmemişti. Tao onu erkek arkadaş dükkanından satın almıştı çünkü Byun Baekhyun için yanıp tutuşmaktan bıkmıştı. Ama asıl nokta, Kris odanın bir köşesinde arzularını dile getirmekten kaçınmak için ağzını kapamış beklerken Tao’nun hala onun için yanıp tutuşup tutuşmamasıydı.
Kris hiçbir zaman Tao’ya karşılık vermemiş ya da onu düzeltmemişti. Bu onun mekanı değildi. Eğer Tao Kris’in hiçbir şeyin tadını alamadığı için hiçbir şey hissetmediği konusunda ısrar etmek isterse, Kris ona izin verecekti. Kris Tao gibi insanları mutlu etmek için oluşturulmuştu. Çekirdeğindeki alışkın olmadığı “duygular” çırpınsa bile Tao’nun mutlu olmasını sağlayacaktı.
Duygu: Bilinçli bir sevinç, üzüntü, korku, nefret durumu.
Kris sevinç, üzüntü, korku, nefretin nasıl hissettirdiğini bilmiyordu, yoksa biliyor muydu? Byun Baekhyun’dan nefret ediyor muydu? Hayır, nefret ettiğini sanmıyordu.
Byun Baekhyun sadece, Tao’nun asılmalarını sık sık reddettiği için onu rahatsız eden, şimdi Chanyeol’un gelişiyle rahatsızlığı ikiye katlanan bir huzursuzluktu.
“O arızalı, değil mi?” diye sordu Tao.
“Evet.” Kris camdan dışarı bakıyordu, yüzü gün batımına doğru dönmüştü. “Yaşayacak uzun zamanı yok. Byun Baekhyun onu bu kadar yakınında tutmakla hata yapıyor.”
“Neden Baixian ge böyle bozuk bir oyuncak bebeğe gerek duyuyor?”
Kris Chanyeol’un yaptığı gibi gülümseyebilmek için onun gibi arızalı olmayı dilerdi.
Düşüncelerine rağmen sakinliğini sürdürdü. “Belki yüz günden fazla yaşar. Görmek için bakmak gerek.”
“O broşürü posta kutusuna koymamalıydım. Ne halt düşünüyordum? Sadece direk itiraf etmeliydim…”
İşte tekrar başlıyordu.
Kris’in iç bilgisayarları kafasını arkasındaki Tao’dan uzakta, cama bakarak sabit tutmaya zorladı. O da itaat etti ama Byun Baekhyun’dan bahsedilmesine karşılık içindeki acıya benzeyen küçük bir parça onu sıkıyordu. Byun Baekhyun’u görmek istemiyordu. Tao’nun Byun Baekhyun’u görmesini istemiyordu. Byun Baekhyun ve onun Chanyeol’unun sadece yok olmasını ve Kris’i… Tao’yla yalnız bırakmasını istiyordu.
Kris bir insan değildi; bunu anlıyordu. Kanı yoktu, nefes almaya, yemeye ya da uyumaya ihtiyaç duymuyordu ama yine de bu hareketleri taklit etmeyi seçiyordu. Çünkü, belki yaparsa… Belki kendini insan olduğu düşüncesiyle kandırırsa, ve Tao da bunu yaparsa… Belki o zaman Tao da onun insan olduğunu düşünürdü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder